27 Kasım 2014 Perşembe

Sevgili Değerli Dostlarımız,
Öğretmenler Günü yazısını sevgili Selahattin Hoca dan rica etmiştim...
Öğretmenler Gününde öğretmenlerin öğretmeni Ata Hocamızı
en güzel Selahattin Hoca yazabilirdi... Sağ olsun kırmadı... Çok teşekkür ederiz...
Başlığını farklı koydu ama Ata Hocayı tanıyanlar "Atadol" baslığını
daha çok seveceklerdir...

Resimlerken 2013 Eylül arşivini açtım...
O günlerin geri gelmeyecek olması kadar acı verici bir şey olamaz diyerek
içim burkuldu... Ardahan'ın, Ağrı'nın, Kars'ın güzel çocukları şimdi neler yapıyorlar acaba üşüyorlar mı? Dersleri nasıl?

Resimdeki gibi her zaman güzel gönüllü ekibimizle güzel çocuklara
İlkyar'larımıza gidiyoruz, hepsi birbirinden fedakar değerli insanlar...
Bir daha bir araya gelebilir miyiz diye düşünürken,
Uğurcan kalktı ABD'ye gitti... Derken
Ata Hoca bizi ortada bıraktı gitti, yüreğimiz yanıklar içinde kaldı...
Nereyi, hangi coğrafyayı hatırlasanız orada Ata Hoca ve izleri var...
Tuzluca üzerinden Iğdır Yaycıya girerken elmacı Hacı Amcayı nasıl ikna etmişti?

Sevgiyle saygıyla hatırlıyoruz Ata Hocamızı,
konser gecelerini özlüyoruz Hocam,
o solo geçişlerinizin yerini sevgili Aydın dolduramıyor...

İLKYAR

~~~~~~

Bir yıldız kaydı:
Ata Tezbaşaran
Prof. Dr. A. Ata Tezbaşaran, 1950 yılında Muğla Yatağan Turgut beldesinde doğmuştur. İlkokul, ortaokul ve lise öğreniminden sonra 1975 yılında yükseköğrenim için Ankara’ya gelmiştir. Ankara’daki eğitim hayatı ile birlikte iş hayatı da başlamıştır. Çünkü Ankara’da okuyabilmek için çalışması gerekiyordu. Bu nedenle geceleri Hacettepe Üniversitesi merkez kütüphanesinde nöbet tutup gündüzleri okuluna devam etmiştir. Ankara’da Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümünde lisans derecesini (19751979), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü Psikoloji bölümünde 19801983 yılları arasında Klinik Psikolojisinde yüksek lisans derecesini ve Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Bilimleri Anabilim Dalında 1991 yılında doktora derecesini almıştır. Bu süre içerisinde ÖSYM’de test geliştirme biriminde görevler almış daha sonraki süreçlerde üniversitelerde öğretim üyeliğine geçmiştir. Öncelikle 1993 yılında Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme Anabilim dalında yardımcı doçent olarak görev başlamıştır. Yine aynı birimde 1997 yılında doçent olmuş ve 2004 yılına kadar bu görevi sürmüştür. 20042014 yıllarında Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesinde ve 2014∞ yılında da İstanbul Üniversitesinde profesör olarak görev yapmıştır. Akademik görevlerini sürdürürken Milli Eğitim Bakanlığında İlköğretim Genel Müdürlüğü görevinde bulunmuştur.
Ata Hoca’nın bu paragrafta kısaca sunulan öz geçmişinin içerisinde sayamayacağımız ölçüde etkinlikleri vardır. Kısa bir sohbeti bile sizleri unutulmaz bir dünyaya götürürdü. Üniversitemizde görev yaptığında aynı koridoru, aynı odayı paylaşma şansını yakaladım. Bu paylaşımlarında birçok sohbet etme fırsatını buldum. Sohbetlerinde vazgeçilmez konular arasında Atadol marka özgün otomobili çoğu vakit yer almıştır. Atadol, eski model bir Anadol marka otomobilin yeniden tasarlanarak oluşturulmasıdır. Bu oluşumda hem fikir babası olması hem de tulumu giyip işçiliğini de yapmış olması, otomobile tüm arkadaşlarının ortak fikri ile ATAdol adının verilmesi uygun bulunmuştu. Öyle bir otomobil ki metalik renkte, güçlü, yeni model arabalara kafa tutacak ölçüde hızlı, görenin kafasını çevirip izlediği bir otomobil. Bu otomobil ile Ata hoca çok mutluydu. Onu anlatırken çok keyiflenirdi…

Ata Hoca’nın MEB’de İlköğretim Genel Müdürlüğü yaptığı dönemlerde (19982000) tanıdığı İLKYAR Vakfı onun hayatını oldukça etkilemiştir. İlk tanıdığı günden ömrünün son anına kadar İLKYAR Vakfının bütün etkinliklerine katılmaya çalışan Ata Hoca, gittiği her ziyarette yaratıcı akıl oyunları ile çocukların ilgi odağı olmuş, öğretmen eğitimine büyük destekler vermiştir. 2002 yılında benim doğduğum, büyüdüğüm Niksar ilçesinde yer alan Aysel Nadide Başar Yatılı Bölge İlköğretim Okulu (YİBO)’na yapılan ziyarete katılmıştım. O ziyarete benim katılmamı özellikle istemişti Ata Hoca. YİBO’da girdiği sınıflardan birine beni de aldı. Sınıfta şen şakrak bir hava ile Ata Hoca çocukların zihinlerini çalıştıran bilmeceli sorular soruyor ve hemen hemen bütün öğrenciler bu soruyu cevaplamak için ellerinden gelen her türlü çabayı sarf ediyordu. Bu çaba sonunda çözümü bulan çocukların gururları görülmeye değerdi. Bir ara sınıfın penceresine yaklaştı ve pencereden uzakta bir yer gösterdi. Çocuklara o yerin neresi olduğunu biliyor musunuz diye sordu. İçlerinden birileri söyledi: Kimisi Leyis, kimisi de Korulu Köyü dedi. Her ikisi de doğruydu, biri eski biri de yeni adıydı köyün. Bana döndü ve beni de sınıfa tanıttı. Nerede olduğumu, ne iş yaptığımı anlattı. Çocuklar önce bir anlam veremedi. Sonra Ata Hoca, benim o köyden olduğumu, ilkokulu orada okuduğumu, sonrasında ortaokul ve lisede onlar gibi bu sıralardan geçtiğimi çocuklara anlattı. Ata Hoca çocuklara neden siz de yapamayasınız diyordu. Bakın sizin gibi birisi ve şimdi başka yerlerde
görev yapıyor diyordu.

İLKYAR ziyaretlerinde Ata Hoca’nın çocuklara hazırladığı ve büyük bir eğlence ve dikkatle çözmeye çalıştıkları çivilerden yapılmış kilitleri çözmek, Üniversitemizdeki arkadaşlarımızın da ilgi odağı olmuştur. Bizler de bu kilitleri çözmek için çok çalıştık. Çözünce de çocuklar gibi sevindik ve başkalarının çözmesi için biz de onlara verdik. Birçok yetişkin insanın çözemediği kilitleri basit bir fizik kuralını uygulayarak çocukların kolaylıkla çözdüklerini gördük. Bu küçük oyun bile çocukların neler başarabileceğini göstermesi açısından oldukça önemli bir etkinlik olarak görülmekteydi.


“Sorduğunuz sorular, düşünme biçiminizin bir göstergesidir” derdi Ata Hoca. Ona soru sorulduğunda “Nasılsınız hocam” bile dense, “neye göre, kime göre” diye tebessümle cevaplardı. Her konuşmasının dayandığı bir felsefe, bir sayıltı, bir bağlam vardı. Bu nedendir ki sanırım öğrencilerini soru sordurtmaya yöneltir, bir soruya doğru yanıt verenin yanı sıra güzel bir soru soranın da bir “aferini” vardı. Çok farklı bir ders işleme (ders anlatma değil!) tarzı vardı. Her dersten önce karın ağrısı çeken öğrencileri dersten sonra tebessümle “ya ben ne kadar çok şey bilmiyormuşum” diyen öğrencilere dönüşürdü. Hiç “öylesine” bir şey dediğini duymadım ben Ata Hoca’nın. En sıradan sohbetlerinde bile öğrettiği bir şeyler vardı mutlaka. O’nun sayılamayacak kadar güzel yönleri, özellikleri vardı. Ama bir keresinde, bir lisans öğrencisiyle ilk tanışmasına denk geldim. “Merhaba, ben Ata” demişti. Soyadı yok, unvan yok, makam mevki yok. Ne kadar da mütevazı diye geçirmiştim içimden. Ata Hoca’nın öğretim üyeliği boyunca yetiştirmiş olduğu onlarca ve yüzlerce öğrencisi olmuştur. Bu öğrencilerin bir kısmı lisans eğitimlerini almış ve eğitim camiasında birçok görevleri icra etmektedirler. Bazıları da lisansüstü eğitimlerini Ata Hoca’nın danışmanlığında bitirmişler ve üniversitelerin eğitim bilimleri ve ölçme ve değerlendirme bilim dallarında öğretim elemanı olarak görev yapmaktadırlar. Yetiştirdiği öğretim elemanları ile onların öğrencileri üzerinde, dolayısıyla Milli Eğitim camiası üzerinde kartopu etkisiyle oldukça fazla emeği bulunmaktadır.

Haziran 2014’te düzenlenen IV. Eğitimde ve Psikolojide Ölçme ve Değerlendirme Kongresine davetli panelist olarak katılan Ata Hoca’yı, birçok öğrencileri son kez göreceğini bilmiyorlardı; kendisi de bilmiyordu. Her panelist gibi kendisinin de ulaşım ve barınma giderlerini karşılamak için konuştuğumuzda, kesinlikle bunu kabul etmemiştir. İstanbul’dan kendi arabamla gelirim ve akşamları da torun sevmek istiyorum, bu nedenle çocuklarda kalmak istiyorum diye nazikçe bizi geri çevirdi. Ata Hoca’nın bu davranışının arkasında yatan aslında panel düzenleyicisi olarak bizlere yük olmak istememesi olduğunu daha sonra anlamıştık. Panelde uluslararası sınavlarla ilgili sunumunu yapıp tespit ettiği özgün fikirlerini birçok öğrencisi ile paylaştı; konuşmasıyla beğeni de topladı. Ata Hocam, iyi ki sizi panelist yapmışız ve iyi ki de siz bu daveti kabul edip gelmişsiniz. Kongrenin tamamlanması ile Ata Hoca İstanbul’a uğurlandı. Bilmiyorduk sağlığının bu denli iyi olmadığını. İstanbul’a gelene kadar yaşadığı öksürme krizinin ne denli bir illet hastalık olduğunun kendisi de farkında değilmiş. Bir sonraki gün hastaneye yattığında her şey ortaya çıkmıştı. İki ay hastanede sürdürülen yaşam mücadelesi maalesef Ağustos 19’unda son bulmuştur. Kendisini, son yolculuğundan bir hafta önce ziyaret ettik iki arkadaşla birlikte. Yatağında yatarken bile hala gelecekle ilgili planlarını söylüyordu ve bir de bizlere bir öğüdü vardı: “lütfen bol su için”. Diyemedim yanında beyazı da olsun mu diye. Erimişti hocamız, çırpınıyordu. O espri dolu insana yardım edememenin çaresizliğini yaşıyorduk. Ata Hocam, son yolculuğundan sonra ne çok sevenin varmış! Sosyal ağlarda arkandan yüzlerce mesajlar yağmış. Bakıyorum taziye masajı atanlara: Birçoğu lisans ve lisansüstü öğrencilerin, bir kısmı İLKYAR kapsamında ziyaret ettiğin okuldaki öğrenciler, bir kısmı görev yaptığın bürokrasideki arkadaşların, bir kısmı üniversitedeki mesai arkadaşların... liste uzayıp gidiyor. Ne çok sevenin, üzülenin varmış. Son beş yılda yaşadıkların maalesef seni ebedi yolculuğa erken götürdü Ata Hocam. Umarım aradığın huzuru orada bulursun Ata Hocam… Sensiz geçen bu ilk öğretmenler gününde sevenlerin adına “ÖĞRETMENLER GÜNÜN KUTLU OLSUN” 

24 Kasım 2014


Selahattin GELBAL
Hacettepe Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü
Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme Anabilim Dalı








22 Ağustos 2014 Cuma


Hem İLKYAR, hem de ülkemiz
fedakar, bilge bir evladını
Ata TEZBAŞARAN'ı kaybetti...
Sevgili Vural ALTIN Hocamız gibi...

Vural Hoca gibi, Ata Hocaya da eşlerinden sonra en yakın kişi sayılabilirim...
Ata Hocanın 10 senedir gönüllü öğrencileriyle beraber Mersin'den kalkıp gelmesi herhalde örneği benzeri bulunmayan bir fedakarlıktır.

Yalova Termal YİBO'dan dönüşte Karamürsel Yalakdere Köyüne gitmiştik... Projede en az 15 gönüllümüz Boğaziçindendi, Yalova'ya arabalı vapurla gelmişlerdi... Bir çok güzel insanı ilk defa tanımıştım orada mesela hemen Hasan geliyor aklıma... Kimler yokki resimlere bakınca Mersin'den sevgili Cemal, Seren, şimdi Boğaziçinde olan Ali Kemal, Ethem... Sevgili Ayfer Hanım da aramızdaydı... Aramızda Ebru Hoca bile yeralmış, 8 sene önce... Efsane ekiplerden biri yani...

Yalakdere'nin güzel öğrencileri için çok güzel bir gün, heryer bayram gibi... Herkes neşe içinde... Müdür Bey, 2. kattaki müdür odasından bakıyor aşağıya doğru, Ata Hoca yanında...

-Okul nasıl da bir anda gerçek bir bayram gününe dönüştü... Nasıl bunu başardınız hiç anlayamıyorum...
-Gönüllülerimizle...
-Bunlar gönüllü mü? Yani siz bu çocukları buraya para verip getirmediniz mi?

Ata Hocanın izahatını dinledikten sonra:

-Yani siz bu çocukların bir kısmını Mersin'den getirdiniz... Kimseden para almadınız... Benzin parasını verdiniz... Yolda yemeklerini yedirdiniz... Aynen bir de götüreceksiniz... Gece 1'de, 2'de evlerine, yurtlarına kadar da teslim edeceksiniz... Boğaziçinden gelenler de, arabalı vapura kendi paralarıyla bindiler, Karamürsel'den de otobüse kendi paralarıyla binip dönecekler... Ankara'dan gelenler de, bu üniversiteli çocukların hepsi her şeylerini bırakıp sırf bizim köy çocukları için, Termal'de anası babası olmayan çocuklar için geldiler öyle mi?

Yani Boğaz da arkadaşıyla yürümek yerine, bir Kafe de kız arkadaşıyla, erkek arkadaşıyla zaman geçirmek yerine herşeyini bırakıp gönüllü olarak buraya geliyor, bir de ceplerinden para da çıkıyor... "Cık cık cık..." Hiç aklım almıyor... Hep dilimin ucuna kadar geliyor, geliyor gidiyor, diyeceğim diyeceğim, diyemiyorum, "demek insanlık hala ölmemiş..."  

Bu sözün ötesinde fedakarlığı kim tanımlayabilir...

Bilemiyorum nasıl yazılabilir, nasıl devam edilebilir...

Biliyorsunuz İLKYAR klavuzunda siyah güneş gözlükleri takmayı yasaklıyoruz... Bugün fazlasıyla  kara gözlük ihtiyacı hissettim, sürekli gözlerimi saklamak için...

Hüseyin Vural, 19.8.2014

Hatun'a rica ettim blog sayfasının arka planı
Vural Hoca nın ki gibi
kuşlar olsun,
göçmen kuşlar olsun istedim

hayata konup göçen kuşlar...

19 Ağustos 2014 Salı


Sevgili Dostlarımız,

Dun sevgili Ata Hocamızı yolcu ettik...
Sadece İLKYAR'daki gönüllü, arkadaş, öğretmen ve ilkyar larimizin degil,
Hacettepe, Mersin, İstanbul, MEB ve diğer ortamlarda da hepimizin
Ata Hocası için cenaze namazı öncesi söz verdiler,
bir arkadaşı konuşmak ister mi dediler...
Ben de Ata Hocayı kaybetmeden önce gördüğüm bir rüyayı kısaca paylaştım:

"Ortamda ben varım, Ata Hoca var, bir iki kisi daha var,
ama kimler olduklarını bilemiyorum...
Acaba kimler olabilir diye de o an düşünemedim...
Simdi bazı yakıştırmalar yapsam da, sadece Ata Hoca ya bakıyordum...
Ata Hocaya sordular...
-Bu dünyadan göçerken ne söylemek istersin?
- Tüm çocuklara onlara çok ama çok sevdiğimi söyleyin...
   Tüm insanlara da sevgimi ve selamlarımı söyleyin..."

Ata Hocanin bize kazandirdigi guzel insanlardan biri de sevgili Tulin dir...
Tülin' in yazisini paylasiyor,
Selam, sevgi ve saygılarımızı yolluyoruz...
İLKYAR


Hayattan Ne Öğrendim?

[Üç gündür içim yanıyor…
Külleniyor sonra bir yazı, bir fotoğraf, bir anı
tekrar kanıyor ruhum.
Bu acı haberle kendi kendimi sorguladığım şu günlerde hiç değilse
“insanlık ölmesin”
ne olur diyorum. Tülin Otbiçer ACAR]


* * *
Hayattan ne öğrendim?
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım...
* * *


* * *
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim
* * *

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını,
zamanla öğrendim...
* * *
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
* * *
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
* * *
* * *
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
* * *
* * *
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
* * *



* * *
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini...
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
* * *
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
* * *
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
* * *
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
* * *
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
* * *

* * *
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
* * *
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının,
yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
* * *
Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Can DÜNDAR

* * *
* * *
Ben dostlarımı ne kalbimle
Ne de aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
MEVLANA